20071010

keder
Son içten kahkaha,
Ve ardından gelen derin sesizlik.

kader
Kahkahasını yitirmek,
Sebeb-i kahkahasını yitirmek,
Ve yitirdiklerini bilememek.

20070727

Küresel-im Küresel-iz
-sin -siniz
- -ler
Jamaika... Karayiplerde bir ada. Küba’nın hemen altında. Güneşli kumsal-ot-rastafari üçlüsüyle de tanıdık gelebilir kiminize.
Bilmesek de okumasak da bir gazete var orada; Jamaica Gleaner, established 1834.
Bu gazetenin dünkü sayısında hakkımızda bir makale yayınlanmış. Google’ıma sağlık, bugün varlığından haberdar oluverdim.
Geçen hafta atlattığımız seçimler hakkında bu makale. Ülkemin AK partisinin nasıl bir kez daha hükümet kurma iktidarını elde ettiği analiz edilmiş.
Uzmanın gözünden yazar kısa da olsa önemli birçok konuyu kapsayacak kadar iyi bir perspektiften Türk politikasında son gelişmeleri analiz etmiştir. AK partiyi Hristiyan Demoktarların benzeri bir oluşum olarak tarif eden literatüre belli ki yabancı değil.

Ama bunlardan çok öteye ben bu yazıyı Jamaica Gleaner’da okudum; the Economist değil, IHT değil, Newsweek değil, NY Times değil, ve herhangi bir uzakdoğu medyası bile değil.
Tanrı aşkına, taaa Jamaika’da bir gazete işte. Çoğumuzun haritada yerini bile ilk bakışta bulamayacağı bir ada ülkesinin gazatesinde hakkımızda yazılmış bir analiz makalesi okudum. Okurken de acaba bu makaleyi okuyan diğer insanlar kimlerdir diye acayip bir merak duydum, hala da duymaktayım.
Acaba sıradan bir Jamaikalı ne kadar ilgi gösterdi bu makaleye, sonuna kadar okudu mu mesela? Ya da okuduktan sonra Türkiye nere ola ki diye baktı mı bir atlasa? Ya da bunları çoktan biliyordu da daha derin analizlere mi dalıverdi?

Bunların tümü bir yana, tuhaf ama güzel birşey bence küreselleşme. Zaten var olanı keşfetme duygusu ya da olmayanı kurmak, ne dersek diyelim işte...
Feeling of connectedness/bağlanmışlık duygusu.
Dünyanın öte başında bir grup insanın bilgisine sahip olma duygusu ve dünyanın öte başında birinin bilgime sahip olduğunu bilme duygusu.
Küremizde örülü inter-net olmasa bunu gerçekleştirmek kaç yüzyıl alacaktı kimbilir?

Viva la siber net!!

20070704

What's your live impact?

Hesaplayın... Dünyaya yükünüz ne kadar?
Yaşarken ürettiğiniz tüm atıkların toplamı kaç tutar?

http://www.earthlab.com/carbonProfile/LiveEarth.htm?CID=1000&ver=8

Bu linkte birkaç soru ile bu hesaplamayı yapmanız mümkün.
Yaşam tarzınız yılda kaç ton karbon ürettiriyor. Benim 10 ton çıktı ve tüylerim ürperdi birden. Tek başıma yılda 10 ton.
Kyoto now!!! diye protesto edesim geldi kendi kendimi.

Küresel ısınma sizin için şüpheli bir teori ise dahi...
Siz de hesaplayın. Dünyaya yılda kaç ton karbon saldığınıza bakın.

20070625

Yeni nesil politikaya duyarsız mı?

80 kuşağı diye adlandırılan biz gençlerin siyasete duyarsız oluşu hep eleştirilir. Sanki hepimiz analarımızın X’lerinde ya da babalarımızın Y’lerinde oluşan genetik arazdan-belki işkenceler buna sebbeptir- dolayı duyar-geni eksik gelmişiz dünyaya.
Keşke açıklama bu kadar kolay olsaydı. O vakit gelişen genetik bilimi bu soruna da bir çözüm bulurdu elbet.
Seçime bir yıldan az zaman kaldı. 80 kuşağı sandık başına gidecek. Bir 80 kuşağı mensubu olarak oy vermeyenleri değil ama oy veremeyecek olanları anlamak- anlatmak istiyorum.

Aslında sanıldığı gibi biz 80’liler yalnızca oy vermeyecek kadar siyasete duyarsız olanlar-kalanlar değiliz. Biz 80’liler limon-leman-lemanyak-hbr maymun-penguen-hayvan-yeni harman’ı iştahla okuyanlar, Ekşi Sozluk’e yazanlar, sözlüğü okuyanlar, Radikal Genç’i çıkaranlar, internette blog yazanlar, savaşa hayır mitingine katılanlar, küresel ısınmaya karşı grup kurup eylem yapanlar, Hrant Dink’in cenazesine katılanlar, üniversitelerde dünya sorunlarına bilimsel proje üretenler, Beyoğlun’da duvara graffiti, stensil işleyenler, Youtube’a video yapanlar, videolardan hakkında soruşturma açılanlarız.

Yani biz 80’liler aslında uzunca bir zamandır kendi oyun sahasını kurup oralarda hayata politika yapanlarız. Belki bir kısmımız politik partilerin gençlik kollarında aktif üye. Ama büyük bir kısmımız politikanın yalnız parti çatısı altında yapılmadığının farkındayız. Hatta daha büyük bir kısım da Türkiye’de partinin politika yapmak için en kötü yer olduğunu düşünüyoruz.

Yani sevgili 50’liler, 60’lılar, 70’liler, belki biz sizler gibi büyük acılar ve korkular yaşamadık. Üzerimize tanklar sürülmedi, meydanlarda vurulmadık, sorguya alınmadık karanlık soğuk odalarda. Darbeler almadık sizler gibi derinden.
Ama bizim de sorunlarımız oldu ve sorunlara çözüm arayanlarımız, mücadele edenlerimiz. Bir süre ÖSEYEME oldu büyük derdimiz; abilerimiz YÖK’ü protesto etti meydanlarda, biz de Youtube’a video koyduk.
Peki iş sandığa gidip oy vermeye gelince fire mi verdik? Evet verdik. Vatandaş olmanın en temel/en edilgen ödevini yerine getir-e-medik. Oy vermedik değil ama oy ver-e-medik. Kendimize muhatap alacak birini bulamadık.
Bu bizim 80’li genlerimizden gelen duyarsızlıktan değildir. Politika yapan partilerin bizim duyarlılık alanlarımıza duyarsız kalmalarındandır. Bizim dertlendiğimiz, fikir ürettiğimiz alanlarda fikir üreten, siyaset yapan parti olmamasındandır.

20070526

habil ve kabil




Bu fotoğraf NTVMSNBC’nin bugünki yayınından alınmıştır. [1] Resmin haber başlığı “Financial Times: Cihad Yayılıyor” idi. Bu önemli gazete uyarı niteliğinde bir analiz sunuyor ve Orta Doğu’da Usame b. Ladin’in -ve tabi ki Amerikan işgalinin- kapısını araladığı köktendinci terörizmin hızla yayıldığını haber veriyor. Bilinen sıcak bölgeler yanında, kısmen de olsa istirarlı olan bölgelerin de kaosa sürüklenişinden bahsediyor.
Örnek mi?
Irak’da iç savaşa dönüşen Şii-Sünni çatışması, Kuzey Afrika’da yükselen köktendinci şiddet, Lübnan’da patlama sesleri, Hamas ve El Fetih çatışıyor ve Türkiye...
Yaklaşan seçim gürültüsünün gölgesinde kalsa da güneydoğu sınırımızda süren bir operasyon var. Ve sınırötesine taşınması an meselesi. Bunun yanında ülkenin göbeğinde patlayan bomba... Ankara, 22 Mayıs 2007 Salı.

Tüm bu hikayelerde ölen de öldüren de birbirinin en yakını.

Bunlar haberin anlattıkları, ben resme ilk baktığımda aklıma gelenler değil.

Ben resme ilk baktığımda Habil ile Kabil’in hikayesi canlanıverdi gözümde. Semavi din kitaplarının en aksiyon dolu sahnesi, dünyada işlenen ilk cinayet...
İlk cinayet öyküsü ve aynı zamanda ilk kıskançlık öyküsü.

Habil ve Kabil Musa peygamberin iki oğludur. Birisi toprağı işlerken diğeri bir çobandır. Birgün her ikisi de ürettiklerinden Tanrı’ya kurban sunarlar; Kabil topraktan aldığı meyve-sebzeden Habilse en besili hayvanlarından aldığı sütten, yağdan verir. Bir sebepten Tanrı Habil’in sunduğunu kabul ederken kardeşinin kurbanın kabul etmez. En sevdiğine duyduğu kıskançlıktan dolayı kardeşine kinlenen Kabil, Habil’i öldürür. Ve Tanrı tarafında ölene kadar dünyada amaçsızca dolanmakla lanetlenir.

Bu hikayeyi ilk duyduğumda cinayet sahnesi gözümde tıpkı yukarıdaki resimde olduğu gibi canlanmıştı. Kabil elinde bir taşla kardeşinin arkasından habersizce yanaşır ve kafatasını parçalayana kadar elindeki taşla Habile vurmaya devam eder. Kardeşinin öldüğünü anlayınca da korku ve pişmanlık içinde ne yaptığını bilemez şekilde oradan kaçar. Hep kaçar...

Yukarıdaki resim bundandır ki bana Habil ile Kabil meselini anımsattı. Karede iki kardeş var, birazdan birisi ölecek, diğeri katil olacak. Ve ilk cinayetten sonra katil kardeşini, huzurunu, Tanrısını ve toprağını yitirecek.
Cinayetin nedeni ortak varlık sebepleri, en sevilene duyulan kör kıskançlık.
İlk cinayet tam burada işlenmişti.

[1] http://www.ntvmsnbc.com/news/409061.asp

20070425

indragandi.com

Yeni takıntım internette “bir gün-bir ürün” sitelerinde gezip bakınmak.
Hem uygun fiyata arananları bulmak hem de hiç aklıma gelmeyecekleri, bedava verseler almayacaklarımı inceleyip bilgilenmek.
Woot.com’la başlayan yolculuğum bunun tıpkı-kopyasının Türkiye’ye –bendeistiyorum- diye taşınması ile muadili Türkçe sitelerde devam ediyor.
Bu siteler arasında bir tanesi diğerleri arasından sıyrılarak hergün bakılasılar listemde başlara çıktı bile.
indragandi.com
İlk olarak ismini saçma bulmam dolayısıyla dikkatimi çekmişti. Kötü bir çağrışım denemesi gibi gelmişti bana. Başında indir sesi çıkıyor diye...öyle zannediyorum hala...
Ama gerçek şu ki söylediğim herkeste benzer çağrışımı yapıyor ve akılda kalıyor.

Ben bu sitenin genelde teknoloji ürünlerini ve yine genelde Türkiye teknomarket fiyatlarının %15-20 daha ucuza sattığının ayrıntısına girmeyeceğim.

Ama sitenin dikkatimi çeken bir uygulaması hakkında yazmak istiyorum. Bu yıl 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda site ilginç bir uygulama yaptı.
Web sayfasında günlük ürününü satışa sunmak yerine, UNİCEF ve NTV tarafından yürütülen “okul ekliyoruz”* kampanyasını sayfasına taşıdı.
Bu sayfa da tıpkı hergünki ürün satış sayfası gibi düzenlenmişti.
Fakat bu kez müşterilerinden bu kampanyaya SMS yollayarak destek vermelerini istiyorlardı.
Vaadleri de bu destek karşılığında müşteri tarafından yollanan ve siteye kayıt düşülen her bağışa karşılık sitenin de bir bağış yapacak olması idi. “Özetle 1 sizden 1 bizden” diyorlardı.
Bana ilginç gelen kampanya ile kurumsal hiçbir bağı olmayan ticari bir internet sayfasının girişimi ve bu girişime yanıt veren 100’e yakın insan oldu.
Sanal dünyada yaratılan bu duyarlılık ve güven ortamı gerçek dünyada artık kaybetmeye başladıklarımızdan oldu çoktan.
Düşünün bir kere hiç tanımadığınız biri size gelse böyle bir istekte bulunsa delirmiş der, döner arkamızı giderdik herhalde.
Yapılan araştırmalarda kişilerarası güvensizlik Türkiye’de en ciddi sorunlardan biri olarak ortaya çıkar iken indragandi.com’da yaşanan sanal güven deneyimi ilginç bir kayıt düştü 23 Nisan’a.
Benim de hoşuma gitti. İddiasız ama gerçek.

20070424

Verba volant scripta manent

Düşünmek ve yazmak üzerine yazmak.
Aklın pratiği düşünmek midir yoksa yazmak mıdır?
Akla ilk gelen “düşünmektir kuşkusuz” oluyor. Düşünmek aklın egzersizidir,doğru. Yazmak olsa olsa egsersizin ileri bir adımıdır.
Düşünmek eyleminin oluşu aklın varlığıyla eş zamanlı. O halde aklın varlığında düşünmenin yokluğunu var saymak imkansız. Eh, bu haliyle aklı harekete geçiren, işler kılan, fark edilir yapan düşünmek olmalı. Fakat düşünmek aklın pratiği midir?
Bana kalırsa düşünmek eylemi aklın varoluşunun bir parçası ve doğal sonucudur. Akla işlerlik kazandıran tartışmasız ilk eylemdir düşünmek. Bu haliyle düşünmek aklın pratiği olmaktan ziyade aklın oluşudur.
Aklın pratiği olmak bakımından yazmak düşünmeye üstün gelir. Peki, bu üstünlük nereden kaynaklanıyor?
Yazmanın düşünmeye üstünlüğü kaydedilebilir olmasıyla başlar. Düşünme eylemi yazı yoluyla fiziki ortama aktarılmış olur. Bu süreç aynı zamanda fiziksel bir pratiğin ortaya çıkış sürecidir. Fakat aklın pratiği yalnızca bununla sınırlı değildir. Aklın pratiği, düşünme eyleminin yazma yoluyla soyuttan somuta taşınması sırasında oluşan tüm süreci kapsamaktadır. Düşünme, düşündüğünü fiziksel ortama aktarma, bu aktarma sırasında yeniden düşünme, düşünülmemiş olanlar üzerine düşünme, fiziksel ortama aktarılanı okuma ve düzeltme/iyileştirme/değiştirme yoluyla bir kez daha düşünme. Burada aklın üzerinde pratik ettiği eylem yazma eylemidir. Akıl bu eylemin öznesi iken düşünme aklın yazıya giden köprüsü ya da aracıdır bir çeşit.
Böylece aklın pratiği salt düşünmede değil yazmada gerçekleşmiş olur.
Yazmanın bir başka üstünlüğü de taşıyıcı olmasıdır. Düşünme eylemi doğası gereği içsel bir eylemdir. Bu nedenle söz ya da yazı ile somutlaştırılmadıkça kişiler arasında taşınmasına imkan yokur.
Yazı söze oranla daha nesnel bir taşıma aracıdır. Söz ile bir fikrin taşınması sözü duyup nakledecek olanın düşünme süreci ile sınırlıdır. Yani söz düşünceyi taşımada sınırlı bir araçtır yalnızca. Oysa yazı kendi başına varoluşunu sürdürebilir. Söz taşınmaya muhtaç iken, yazı taşıyandır.
Yazma hem düşüncenin soyuttan somuta taşınmasında, içten dışa aktarılmasında hem de somut ortamda paylaşılmasında aklın esas pratiğidir. Diğer bir deyişle yazı aklın eyleme dönüşmüşüdür. Düşünmek bu anlamda aklın eyleme geçmekteki aracısıdır.