20111124

Türk futbolu bu sezon kötü bir dönem geçiyor. Şike skandalı vs.
Ama iyi şeyler de oluyor. Futbolcu tercümanları konusunda çağ atlamışız. Örnekse:

bkz. 90'lar; Arçille Şota'nın tercüman deneyimi...

bkz. 2000'ler; Colin Kazım'ın tercüman deneyimi...
http://www.youtube.com/watch?v=Fmf3U3Nde9A&feature=related

20091211

hayata atılma sıkıntısı

''İlk gençlik yıllarımdaki temel duygu suçluluktu. Bu şekilde kendimi farklı hissediyordum ve bunu olumsuz bir şey olarak algılıyordum. Herkes haklı, ben haksızım gibi hissediyordum ve sosyalleşme problemlerim vardı. Başkalarını bir araya getiren dürtüler benim için fazla anlam taşımıyordu. Oraya ait hissetmiyordum''

''İlk gençliğim böyle bir yalnızlığın egemenliğinde geçti denilebilir. Böyle bir durumdaki insan kitaplarla ve filmlerle, bütün kaynaklarla daha yoğun bir ilişki kuruyor. Çünkü bir çare arıyor kendine. O zamanlar filmler ve kitaplar çok büyük etki yapardı üzerimde''

''Boğaziçi Üniversitesi'ni bitirince birden boşlukta hissettim kendimi. Amacımın netsizliği, ideallerimin net olmayışı rahatsız etti. Elektrik mühendisi olmak istemediğim duygusuna kapıldım. O zaman pasif şekilde beklemektense, hiç olmazsa batıyla karşılaşınca duygularım ne olacak diye anlamak için, sırf İngilizce bildiğim için Londra'ya gittim. Orada da kitap okuyor, filmlere gidiyordum ama henüz sinema yapmak gibi bir düşünce hiç yoktu''

''Otostopla Yunanistan'a oradan Hindistan ve Nepal'e gittim. Dağlarda yürüyor, insanlarla konuşuyordum. Kendime bir amaç arıyordum. Amaçsızlık ve kararsızlık insana en büyük acıları veren şey. Böyle bir zamanda, bir tapınağın üzerinde oturup düşünürken, birden askerlik yapmaya karar verdim. Nasılsa yapmak zorunda olduğum ve beni düşünmek, karar vermek eziyetinden kurtaracak bir şeydi. Askerlik bana gerçekten çok iyi geldi. Özgürlüğün aslında taşınması çok zor olduğun kabul etmek lazım. Bağımlılık, insanoğlunun derinden istediği bir şey. Özgürlük, 'keyfilik' anlamına geldiğinde acı verici ve aşılması kolay bir şey değil. Askerlik, Boğaziçi Üniversitesi'nin soyutlaştırıcı etkisiyle biraz kendimi yalıttığım Türk toplumuna sıcak bir sevgi oluşturdu içimde. Sinema yapmaya bu dönemde karar verdim''

''İnsan binlerce korkuyla baş başa kalıyor. Cesaret kazanmak için yeniden okumaya başladım. Tekrar İngiltere'ye gittim. O okullar çok pahalıydı, yine olmadı. Dönüşte Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde okudum. Sonra anladım ki, bu gereksizlik düşünceleri yüzleşmem gereken zor bir gerçeği ertelemek için uydurduğum bahanelerdi. Yani ilk filmi çekmenin zorluğu''

Nuri Bilge Ceylan sinemaya nasıl başladığını anlatıyor bir konuşmasında. Sözleri sadece sinemaya değil hayata başlamanın sıkıntısını öyle yalın ve içten ifade etmiş ki dokundu bana.

20090721

ben de gaste okurum ama...

Senelerdir aynı gasteyi satın alan sadık okuyucular vardır ya... Her pazar maaile gastelerini baştan sona okurlar. Baba gastenin ciddi yazarlarının karaladığı köşeleri okur, anne sadece kadın ekine bakar. Bıcırık çocuklar da öteki eklere, spor yada magazin sayfalarına bakar, hediye maketleri  keser-yapıştırır. Mutlu aile tablosu işte. 

Burada bedbaht çocukluğumundan bahsetmek değil amacım; ama benim evime düzenli bir gaste girmedi çocukken. Okuduğum tek düzenli mecmua babamın bana her ay başında getirdiği Bando dergisi, sonrasında da benim kendi harçlığımla aldığım Hey Görl dergileri oldu. Bunun dışında da babam aklına esen gasteleri getirdi muhtelif zamanlarda, onları okudum.  

Kendi gastemi alma yılları gelince önce o yılların (90ların ortası gibi) en entel görünümlü gastesini sıkıştırdım koltuk altıma. Ama gastenin "tek renkli"liğine tahammülüm tahminimden daha azmış. Muhtelif zamanlarda aklıma esen gasteleri alarak babama benzer bir yol tutturdum zaman içinde.

Ta ki internet çıkana kadar. İnternet çıkıp yeterli bağlantı hızına ulaştıktan sonra (2000lerin başı gibi) mesele çözüldü. Her gün canım hangi gasteyi isterse onu okumaya başladım. Gel zaman git zaman bu başına buyruk okumanın kendi içinde bir düzeni olduğunu farkettim. Yandaş mandaş demeden her gasteye bakarken kendime göre bir gaste yaptığımı farkettim zamanla. 

İşte benim gastemin içeriği. Her gün okuduklarım.

Hürriyette köşelenen Yılmaz Özdil üslübuna, Bekir Coşkun hezeyanına ve Fatih Çekirge görselliğine kıl olsam da Ahmet Hakan'a ve Ayşe Arman'a bakmadan geçmem. Pazar'ları da Ahmet Arsan ve Tolga Tanış keyifle okunur. 

Radikal'e torpil geçtiğim yalan değil. Yazarların çoğunu okuyorum. Oral Çalışlar, Hakkı Devrim, Cengiz Çandar, Murat Yetkin favorim. Serdar Kuzuloğlu'nu ise tek geçerim.

Milliyette Can Dündar romantizmine ve Metin Münir  realizmine kayıtsız kalamıyorum. Hasan Cemal'i de okurum. Ece Temelkuran'a zaman zaman bakıyorum.

Vatan'da Ruşen Çakır'a bakmazsam gün eksik kalmış gibi geliyor. 

Ayrıca, Taraf'ta Neşe Düzel'in röportajlarını, Cihan Aktaş'ın ve Mithat Sancar'ın yazılarını zevkle okurum. Konu ilgimi çekerse Murat Hoca'ya, Nişanyan'a, Zeki Coşkun'a, Elif Çakır'a göz atarım. 

Yeni Şafak'ta Akif Emre, Ali Bayramoğlu ve Ayşe Böhürler'i okurum; Zaman'da da Ali Bulaç'ın hastasıyım. 

"Ergenekoncu" medya ile "yandaş" medyanın görmezden geldiği hatta zaman zaman üstünü örttüğü meselelere parmağını bastığı burnunu soktuğu için bianet'e de her gün olmasa da sık sık bakarım.  

Dikkatinizi çekmiştir Sabah'a bakma alışkalığım yok. Nedenini bilmiyorum. Bazen Haşmet Babaoğlu'na bakarım o kadar. 

Bunların dışında bir de şimdi gazeteciler.com sitesine takılıyorum. Hem Ahmet Hakan'ın hem Ahmet Arsan'ın verdiği referanslar bu mecrayı işaret ediyordu. İkisi de Ahmet Yavuz diye birinden bahsediyordu. Onu da okumaya başladım artık. Bu kadar Ahmet okumak bünyeye ağır geliyor belki ama 3ünün de kafa göz dalarak benzer içeriklerde yazması medyada klonlanmış Ahmet'ler mi var endişesi doğuruyor biraz. Hayırlısı bakalım... 

Neyse işte; ben de gaste okuyorum ama bir gasteyi okumuyorum, okuyamıyorum. Eskiden dertlenirdim, yukarıdaki mutlu aile tablosuna hiç giremeyeceğim diye ama artık atlattım. Bazı pazarlar istediğim basılı kağıtları alıp istediğim yerlerini okuyorum. Ama haberleri ve fikirleri internetten topluyorum, kafama göre. 

20090602

davos'un yolları taştan

TC başbakanı Davos'ta 80'lik Perez'e herkesin malumu tarihi ayarı verdiğinde kendisini "padişahım çok yaşa!" nidalarıyla  karşılayıp 1. osmanlı padişahı olarak taçlandırmıştık. Padişahımız bugün mayın temizleme ihalesini gönlüne göre bir şirkete vermek istiyor. Hepimiz kazan kaldırıyoruz. Halka bilgi verilmiyor, meclis iradesi çiğnenecek diye. 

Benim anlamadığım hangi padişah halka malumat verdi ki bizimki versin? Niye versin? Siz tacı tahtı kendisine vereli daha 3-5 ay olmuşken şimdi hikmetinden sual sormak ne haddinize? 

Aklını başına devşir tebaa! Arıza çıkarma, itaat et! 

Yoksa yersin ayarı...